Kadınlar çok acımasız doktor.
Canını yaka yaka girer hayatına.
Ellerin buz, gözlerin buhar,
dilin hüsran, hayallerin tutsak olur.
Boğazın düğümlenir zihninin koridorlarında
iki-üç parçalanmış kahkaha, düş, gülüş,
boğazına yapışır cümleler susarsın.
Saydam bir kördüğüm olur kalbin.
Bir bakışı içini yakar,
kızamazsın, haykiramazsin, ağlayamazsın.
Sanki parmak uçlarıyla kalbine dokunuyormuş gibi
hayatın diken diken olur.
Sonra gider, zaten kadınlar hep gider doktor.
Bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. Mevlanakapı’da.
Babası zabıtaydı. Alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten.
Bu anasıyla yoksul, perişan... Bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler.
Bir de Zagor vardı. Bizim eski evin kiracısının oğlu.
Babası filimciydi yeşilçamda. Cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte.
Ama sevimli, yakışıklı oğlandı. Bizimkine aşık etmiş kendini.
Ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar.
Öylece büyüdük gittik işte.
Ne bok varsa hep askerliği beklerdim.
Dört sene kaldı, üç sene kaldı... Sonunda o da geldi gittik.
Bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama.
Ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... Nikahlandık.
İki taksi, bir dükkan verdi peder.... Dükkanda koltuk moltuk satardım.
Bir gün bu orospu çıkageldi. Hiç unutmam, görür görmez cız etti içim.
Böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar...
Pırlanta anlayacağın. Şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle.
Kanıma girdi o gün. Tabii taktım ben bunu kafaya.
Ertesi gün bi soruşturma... Dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede.
Ama asıl Zagor’a kesikmiş. Zagor’da kaftiden içerde o sıra.
Bir gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. Yazıldım peşine.
Tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik Sağmalcılar’a;
benim içimde bi sıkıntı. İşi anladım tabii: Zagor’u ziyarete gidiyor.
Bir tuhaf oldum, piçi de kıskandım. Uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle.
O ara Zagor içerden çıktı. Sonra bir duyduk; kaçmış bunlar.
Altı ay mı bi sene mi; kayıp. Hep rüyalarıma girerdi orospu.
O gün dükkana gelişini hiç unutamadım. Benimkine bile dokunamaz oldum.
Sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş Zagor:
biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş.
Karakolda beş gün beş gece işkence buna.
Arkadaşlarının öcünü alıyorlar. Kaltağa da öyle...
Önce öldü dediler Zagor’a, sonra komalık. Ankara’da oluyor bunlar.
Bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. Zagor içerde, en iyisinden müebbet.
Bir sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyor. Önce tanıyamadım.
Anlayınca içim cız etti. Cız etti de ne? Tornavida yemiş gibi oldu.
Çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bir surat...
Ama bu sefer başka güzel orospu. Orhan'ın şarkıları gibi.
Kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. Dedi para lazım, çok para.
Zagor’a avukat tutacakmış. İlerde öderim dedi.
Esnafız ya biz de, “nasıl?” diye sormuş bulunduk.
Orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum.
İçime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak!
İşte o gün bi inandım orospuyla tam yirmi yıl geçti.
Uzatmayalım, Zagor’a müebbet verdiler.
Ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs;
o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyor.
Orospu da peşinden. Sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden...
Önce dükkan gitti, ardından taksiler. Karı terk etti, peder kapıları kapadı.
Yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. İş bilmem, zanaat yok. Bu tınmıyor hiç.
İlk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı.
Gözünü yumup yatıyor milletin altına.
Gel dönelim diye çok yalvardım.
Evlenelim, pederi kandırırım, Zagor’a bakarız: Yok.
Kancık köpek gibi izini sürüyo itin. N’aptı buna anlamadım.
Kaç defa dönüp gittim İstanbul’a. Yeminler ettim.
Doktorlar, hocalar kar etmedi.
Her seferinde yine peşinde buldum kendimi.
Bir keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile...
Beni abisiyim diye yutturduk herife.
Nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. Bu da akıllanmış görünüyor.
Yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyor başka bişey demiyor.
Sinop’ta oluyor bunlar. Ben de döndüm İstanbul'a.
Doğumuna yakın, Zagor bi isyana karışıyor gene.
Hemen paketleyip Diyarbakır cezaevine postalıyorlar.
Çok geçmeden bizimki depreşiyo gene;
o halinle kalk git sen Diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol...
Herif kafayı yiyor tabii. Dönünce bi dayak buna:
Eşşek sudan gelinceye kadar. Kızın sakatlığı bu yüzden.
Sonra çocuğu doğuruyor. Durum hemen anlaşılmamış.
Ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı.
Çocuğu da alıp vın Diyarbakır’a, Zagor’un peşine.
Allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyor.
Ben o ara İstanbul’da taksiden yolumu buluyorum.
Epey bir zaman böyle geçti. Yine her gece rüyalarımda bu.
Zagor’un Diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıralar.
Bir gece bir büyükle eve geldim. Hepsini içtim.
Zurnayım tabi. Bir ara gözümü açıp baktım: Karlı dağlar geçiyor.
Bir daha açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, Diyarbakır’a geldik diyor.
Baktım, sahiden Diyarbakır’dayım. Bir soruşturma...
Kale mahallesi vardır oranın, bir gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim?
Görünce hiç şaşırmadı. Hiç bişey demedi. O gece oturup düşündüm.
Oğlum Bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin.
İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.
O gün bugün usul usul yürüyorum işte...
╔═══╗ ♪
║███║ ♫ [ sᴇʟᴍᴀ ʜÜɴᴇʟ - ʙöʏʟᴇ ʙİʀ ᴋᴀʀᴀ sᴇᴠᴅᴀ ᴋᴀʀᴀ ᴛᴏᴘʀᴀᴋᴛᴀ ʙİᴛᴇʀ ]
║ (●) ♫
╚═══╝♪♪ ▄ █ ▄ █ ▄ ▄ █ ▄ █ ▄ █
ᴍɪɴ●- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -●ᴍᴀx
╔═══╗ ♪
║███║ ♫ [ sᴇʟᴍᴀ ʜÜɴᴇʟ - ʙöʏʟᴇ ʙİʀ ᴋᴀʀᴀ sᴇᴠᴅᴀ ᴋᴀʀᴀ ᴛᴏᴘʀᴀᴋᴛᴀ ʙİᴛᴇʀ ]
║ (●) ♫
╚═══╝♪♪ ▄ █ ▄ █ ▄ ▄ █ ▄ █ ▄ █
ᴍɪɴ●- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -●ᴍᴀx
NOT : Masumiyet, 1997 yılı yapımı bir Zeki Demirkubuz filmi.
Filmin en öne çıkan sahnelerinden biri...
Haluk Bilginer' in (Bekir rolüyle) akıllara kazınan tiradı..